NEWS

Turkey’s Burak Cevik wraps filming historic drama ‘Nothing In Its Place’
Screendaily, Sep. 2023



BIOGRAPHY

Burak Cevik is the founder of Fol Cinema Society and has curated experimental and arthouse film screenings. Between 2018 and 2020, he was a lecturer on non-fiction at Istanbul Bilgi University. His films The Pillar of Salt (2018), Belonging (2019) and Forms of Forgetting (2023) premiered at the Berlinale Forum. His latest film, Nothing in Its Place (2024), was commissioned by the Jeonju Cinema Project and was selected to compete at the Karlovy Vary Film Festival. His video works have been screened at various festivals, including Locarno Festival, Toronto International Film Festival, FID Marseille, and New York Film Festival.



~ SCREENINGS

~ SELECTED PRESS

~ PRODUCTIONS @FOL FILM

~ FOL CINEMA SOCIETY ARCHIVE

~ ARTICLES SERIES: YAPMAYACAGIM FILMLER (Turkish)

Articles Series: Yapmayacağım Filmler: Belki
Published on burakcevik.com, 15/02/2024

Bazı dostlarıma bir zamanlar beni heyecanlandıran, meşgul eden ancak zaman geçtikçe yapmayacağımı düşündüğüm filmler hakkında yazacağımı söylediğimde, bunun iyi bir fikir olmadığına dair beni uyardılar. Sanırım beni tan ıdıklarından dolayı, hayata geçirmeyeceğimi söylediğim fikirlerin bende daha da cazipleşeceğini biliyorlardı ve belki de ham fikirlerin paylaşılmaya pek de hazır olmadığını düşünüyorlardı. İki ihtimali de kabul ediyorum.

--

(Belki’yi yazarken aldığım ufak notlar, 2020-08-29 19.01.11)


Kendi jenerasyonumun hikayesini anlatmak istiyordum. Bunu daha sonraları yazdığım (ve yine çekmediğim) filmlerde de deneyecektim. Konuştuğumuz şeylerin, konuştuğumuz şekillerde filmlere dahil olmasını, doğup büyüdüğüm İstanbul’un hikayenin hem merkezinde yer almasını hem de arka planda kalmasını ve dönüp baktığımızda, evet, tüm bunlar bizim dönemimizin bir parçasıydı diye hissedebilmeyi istiyordum.

Dilşad (Aladağ) ile birlikte bazen oyun oynar gibi hikayeler, anlar düşünüyorduk. Onunla ilk tanıştığımızda İTÜ Mimarlık’tan yeni mezun oluyordu ve herkes gibi hayatıyla ne yapacağını tam olarak kestiremiyordu. Bir mimarlık ofisine girip çalışmalı mıydı, yine İTÜ’de yüksek lisansa mı başvurmalıydı yoksa şansını yurtdışında mı denemeliydi? Bir sürü olasılığın içerisinde kaybolmuş hissediyordu.

Notlarıma baktığımda ilk olarak 2019 yılının Şubat ayında kısa bir taslak yazmışız. İsmine ‘Belki’ demişiz. Pandemiyle birlikte evlere kapanılan bir zamanda tekrardan bu hikayeyi düşünmeye başladık. İTÜ Mimarlık mezunu genç bir kadının, mezuniyetin hemen ardından hayatta tam olarak ne yapacağını kestirememesini anlatacaktık. Bu tema aynı zamanda dönüp dolaştığım, insanın hayattaki konumunu bilememesi ve merkezini kaybetmesi ya da hiçbir zaman bulamayacağıyla barışması temalarına dokunuyordu.

Böylelikle bana dokunan, Dilşad’ın bizzat içinde olduğu bu hikayeyi oluştururken onun gibi İstanbul’a başka bir şehirden okumaya gelen bir genci merkeze aldık. Ben de İstanbul’da doğup büyümüş biri olarak, evlere kapandığımız olağanüstü bir dönemde, şehrin mekanlarıyla olan ilişkimi düşünmeye başlamıştım. Bu hikayeyle birlikte İstanbul’a dışarıdan gelmiş bir mimarlık öğrencisinin devasa ve kaotik şehre nasıl baktığını da filmin bir parçası haline getirebilirdik. Dilşad’ın küçük not defterine çizdiği, ‘mapping’ adını verilen, soyut haritalamalarını görmüş ve bu haritalamaların şehrin çeşitli ikonik yerlerini, anlarını ve hikayelerini anlatırken sinematografik bir temsil olarak kullanıp kullanamayacağımızı merak ediyordum. Tam bu düşüncelerle hikayeyi düşünürken, Dilşad, yine İTÜ’den yeni mezun olan ve kendisinden biraz daha genç biriyle, Nida (Ekenel) ile tanışmamızı önerdi. O dönem Nida’ya attığım ‘Tanışmak’ başlıklı mail hem işbirliğimizin hem de güzel bir dostluğun başlangıcı oldu.

Hikaye basitti. Okuldan yeni mezun olan Zeynep, İTÜ koridorlarında yeni mezun olmuş bir gençle tanışacak ve yakınlaşmaya başlayacaktı. (Burada gerçekten de İTÜ’de var olan, tiyatronun sadece sahnede değil, çeşitli mekanlarda da oynanabileceğini temel alan Taşkışla Sahnesi’nin Taşkışla koridorlarda bir oyun sergilemesini düşünmüştük. Bu topluluğun zamanında bir parçası olan Can Metin ile de görüşme fırsatım olmuştu.)

Zeynep, İstanbul’daki evinden, ev sahibi tarafından zorla çıkarıldığı için ne yapacağını bilemez halde yeni bir yaşam alanı arayan biriydi. Mahallelerindeki para kazanmaktan başka hiçbir şeyi düşünmeyen emlakçıyla birlikte kendisine hiç de uygun olmayan boş dairelerde dolaşıp, koskoca İstanbul’da değil yerini, evini bile bulamayışını hissediyordu. Eşyasız evlerin geniş salonlarındaki boşluklarda öylece durduğunu hayal etmiştik.

Bu durumdaki Zeynep için hikayeyi iki farklı hattan ilerletmeyi umuyorduk. Biri yeni tanıştığı, yavaş yavaş aşık olduğu ve en sonunda hayal kırıklığına uğrayarak acımasız bir intikam alacağı Sercan ile flörtleşmesi ve diğer hatta da birlikte zaman geçirmekten hoşlandığı, kendisinden maddi olarak daha iyi durumda olan ve hep iç mekanda gördüğümüz için ancak filmin sonlarına doğru başörtülü olduğunu anladığımız arkadaşı Narin ile olan ilişkisi. (Yine o dönem Zeynep Dilan Süren ile buluşmuş, Maçka’ya yürürken ona heyecanla yazmakta olduğum senaryomu anlatmıştım. Zeynep ile Narin’in arkadaşlığı kısmına gelince, beni bilmediğin dünyalar üzerine yazdığım için bir güzel paylamıştı. Haklıydı.)

Başörtülü bir karakter yazmak kolay değildi. Naci (Emre Boran) ile yaptığımız sohbetlerde onun bahsettiği, sinemamızda başörtülü karakter temsillerinin eksikliği hakkındaki düşünceleri beni etkilemişti. Naci, bu senaryoda da olduğu gibi çoğu filmimi gerek senaryo gerekse kurgu aşamasında paylaşıp fikirlerine danıştığım bir dostum. Geriye dönüp mailleşmelerimize baktığımda da bu senaryoya olan katkılarını görmek bu nedenle şaşırtıcı değil.

O dönem Dilşad, kurmaca karakterimiz Zeynep’in tercih etmediği bir tercihte bulundu ve eğitimine yurtdışında devam etmeye karar verdi. Onunla hikayeyi oluşturmuştuk ancak senaryo yazılmamıştı. Senaryoyu tek başıma yazmaya başladım.

2020 yılının Haziran ayında senaryonun ilk versiyonunu heyecanla Naci Emre Boran’a gönderdim. 2 hafta sonra mail kutuma aşağıdaki paragrafla başlayan uzun bir mail düştü. ‘‘Ne istediğini bilmeyen ve kendini arayan bir karakteri ve bu karakter sayesinde senin kuşağının dünyasını izleyeceğiz. Bu dünya İstanbul’un mekânsal hafızası üstünde yaşanacak. Bu iki yargının iki temel düzlem olduğunu varsayıyorum.’’ Diğer filmlerimdeki daha soyut ve yapısal olarak daha karmaşık hikayelerimin aksine senaryomu okuyan ilk kişiden gelen bu kısa özet beni rahatlattı.

Bu süreçte Nida, filmde üst ses olarak yer alan anlatıcının İstanbul’daki mekanlar özelinde anlattığı metinlerden yola çıkarak çeşitli mappingler tasarlamaya başladı. Anlatıcı, Türkiye’deki resmi tarih anlatısıyla değişen sokak isimlerinden, büyük adaya giden hantal bir vapurdan, Gülhane Parkı’nın Bab-ı Ali kapısına bakan 300 yıllık bir çınar ağacından, Kocamustafapaşa Camii’nin hemen dışındaki 1400 yıllık servi ağacından, 12-15 Mart 1995’te Gazi Mahallesi’nde yaşananlara kadar İstanbul’u mekan edinmiş şeylere ve olaylara kısaca mekanın hafızasına dair hikayeler anlatmaktaydı.

Aradan geçen ve kişisel olarak zorlayıcı bir dönemime denk gelen 4 ay kadar sonra Nida’ya attığım bir mail ile bu film üzerine çalışmayı rafa kaldırdık.

‘‘Sevgili Nida, Belki ile ilgili içime pek sinmeyen bazı şeyler olduğunu yeni yeni fark ediyorum. Bu nedenle çalışmayı biraz durdurmanın, ilgimi başka yerlere vermenin daha doğru olacağını düşünüyorum. Bazen bunlar ne istediğimi daha iyi anlamamı sağlayabiliyor.’’

Okuyacağınız (issue.com sebebiyle puntoları küçülterek 50 sayfaya sığdırdığım) bu 108 sayfalık senaryo, 25 Mayıs ile 8 Haziran 2020 tarihleri arasında epey hızlı bir şekilde yazıldı ve her ilk versiyon gibi tatmin edici değildi.

Okumak için: https://issuu.com/bucevik/docs/belki_bcevik

Not. issuu.com adresi Türkiye’den engelli olduğu için senaryoya vpn ile ulaşabilirsiniz.